Film Eleştirisi: Mother!




İlgili resim


 8.4 / 10

(Spoiler içerir)

Darren Aronofsky seyircisini şaşırtmayı, hatta şok etmeyi iyi biliyor. Yönetmenin sineması en son “Black Swan”da, Nina karakterinin ‘kusursuzluğa ulaşmaya’ doğru adım adım ilerleyişini resmeden ve insan doğasının kötücül yanlarıyla aydınlık yönlerini çarpıştıran o karanlık öyküyü sunduğunda bu denli etkileyici olmayı başarabilmişti. Araya “Noah” gibi, yönetmenin filmografisini tazelemeyen vasat bir deneme eklendi. Aslında yeni film “Mother!”ın ana temalarının “Noah” ile de bir bağı var. Ama tümüyle o filmi hatırlatmaktan çok unutturacak türden bir bağ…

“Mother!” ya da “Anne!”, gösterildiği yerlerde epey farklı eleştiriler aldı, içerik olarak da farklı okumaları beraberinde getirdi. Getirmemesi de mümkün değildi. Karşımızdaki son derece derinlikli ve sembollerden beslenen bir eser çünkü. “The Fountain”nın soyut dünyasını akla getiriyor ilk bakışta. Kimi anlar, açıkça altı çizilen tasvirlere, göndermelere zemin hazırlıyor. Kimi anlar da, üstü kapalı bir tekinsizliğe atıyor kendini. Aronofsky’nin filmi, seyircinin özel evrenine, bilinçaltına ve algılarına doğru yol alırken, aynı zamanda bizi ‘kişisel’ görüşlerle baş başa bırakıyor. Belki en son, David Lynch’in “Mulholland Dr.”da ustalıkla yaptığı biçimde.

“Mother!”, ilk yarıda kırsaldaki bir eve gelen davetsiz misafirlerle karşılaştırıyor izleyeni. Evin sahipleri ise bir yazar/sanatçıyla onun genç, güzel eşi. Eş/koca karakteri, beklenmedik bir anda çıkıp gelen bu iki davetsiz misafiri tereddütsüz, bir bakıma kucak açarak evine kabul ediyor. Evdeki genç kadının fikri ise pek sorulmuyor; kadının bu konuklar karşısındaki şaşkın ruh haline ve gelgitlerine rağmen. Daha sonra araya bir ölüm, veda töreni ve ardından, bir nevi çifte sunulan armağan olan ‘bebek’ giriyor.

İlk kısım büyük oranda, Aronofsky’nin hikayeyi nereye düğümleyeceğini düşünmekle zihnimizi meşgul ederken, ikinci kısım, yani ‘doğum’un ayak seslerini duyurduğu anlarda hikaye birden yön değiştiriyor. Bundan sonrası adeta bir deprem, seyirci içinse bir enkaz hissi yaratıyor. Etkisinden uzun süre çıkılamayacak bir enkaz hem de. Kırsalda bulunan o büyük ev, davetsiz misafirlerin artmasıyla gizil yüzünü gösteriyor; farklılaşıyor, kırılıyor, kabuk değiştiriyor. Evin gizil yüzü bir canavar kişiliği gibi, ‘anne’ olmaya aday kadın için bir kabuslar mekanına evriliyor sanki. Sarsıntılar, sanrılar, patlamalar, silah sesleri, ölümler, tapınmalar, çıplaklık ve dönüp duran daha fazla gerçek dışı imajlar. Hepsi çarpıcı bir ‘son’a hızla yaklaşırmışçasına ekrandan gelip geçerken, yüzeyde görünenin ritmi de başkalaşıyor böylece.

Aronofsky, kelimeler yardımıyla değil ancak perdede izlediğimizde tam anlamıyla ‘yakalayabileceğimiz’ bir ‘kaos’ kesiti tasarlıyor. Yönetmen abartılı, yer yer grotesk boyutlara varan, dışavurumcu da diyebileceğimiz anlatımıyla, hikayenin -tanıtıcı ipuçlarına burun kıvıran- giriş bölümünden beri etkisini hissettiren teatral tonu, kendi içinde anlamını bulan bir yöne ulaştırıyor. İkinci yarı, Dusan Makavejev'in ve Andrzej Zulawski’nin abartmayı seven, hatta bunu şova dönüştüren filmlerini akla getiriyor.

Çiftin tüm özel alanını işgal eden istenmeyen misafirlerin cirit attığı o ev, kilit sarsıntı anlarında, dönüşüm geçiren, sahnelerin birbirine karıştığı bir tiyatro mekanı oluyor bazen. Bu anlar, Joe Wright’ın “Anna Karenina”sındaki iç içe geçmiş dekorları da hatırlatıyor. Yönetmenin tek mekanı kullanma biçiminin ve yetenekli görüntü yönetmeniyle birlikte yarattığı görsel dünyanın katkısıyla film, ilk yarının akıl kurcalayan sorularını, özgün anlatımın getirileriyle cevaplara bağlarken, yeni sorulara da alan açıyor.

Örneğin yukarıda tanımladığımız ‘kaos’ tam olarak neyin başlangıcını veya neyin bitişini simgeliyor? Hikayedeki çifte bahşedilen karşılıkların, din ve mitoloji ekseninde can bulan ‘Tanrı ve insan’ ya da ‘Tanrı ve kadın/anne’ rollerine denk gelmesiyle film, epey anlam kazanıyor olabilir. Üstelik eşleştirmelerin, bebeğin dahil olduğu bazı evrelerde Meryem/Tanrı/İsa üçlüsüne uzak olmadığı da görülüyor. Son sahnedeki ‘kısır döngü’de ayrıca tartışılabilir.

Ama izlediğimizi, fanteziye yakınlaşan, abartmaktan ve teatrallikten kaçınmayan bir korku filmi olarak okumak da mümkün. “Mother!” zaman zaman, bebeğinin doğumuna az kala, iç dünyası dağınık bir kadının bilinçaltının bir psikoz edasıyla dışavurumu izlenimi yaratıyor. Bahsettiğimiz kadın finalde, erkeğin, ‘kalbini’ söküp ellerinde un ufak ettiği bir anne figürüne dönüşüyor. Yani ‘kadın’ ve ‘erkek’ figürlerinin akıbetleri, aynı Nina’nın öyküsündeki gibi bir trajediyle buluşuyor. En çok da ismini bilmediğimiz ‘anne’ için...

Son olarak, filmin tek zayıf tarafının Javier Bardem olduğunu söyleme ihtiyacı da doğuyor. Jennifer Lawrence’ın ‘inanan’ performansına karşın Bardem’in oyunculuğu bu sefer sönük, biraz da iddiasız geliyor göze. Fakat film tam bir yönetmen filmi olduğu için bu durumu sorun etmeme hakkımız da var.

Yorumlar

Popüler Yayınlar