Paranoid Park (2007)
9.2 / 10
GODARD'IN İZİNDEN
Gus Van Sant kuşkusuz çağımızın en önemli auteur yönetmenlerden biri. Arada Hollywood işlerine bulaşsa da, modern sinemaya getirdiği yeniliklerle her zaman sinefillerin çok sevdiği bir yönetmen olmuştur. “Elephant” ile zirveye taşıdığı ‘ergen öyküleri’nin bir kademe ilerisindeki “Paranoid Park”, yönetmenin filmografisinin en iyi filmlerinden biri. Gus Van Sant, ‘kazara cinayet işleyen’ bir ergenin öyküsünü, “Elephant”dan bildiğimiz gözlemci ve objektif bir tavırla yargılamadan anlatıyor. Belki çok az filmde görülecek bir biçimci ve stilize tavıra sahip bir film bu.
Bu sefer tek bir karakter var yönetmenin elinde. Ve filmin ilk dakikasından itibaren Alex'in gelgitlerle dolu modern "Suç ve Ceza" öyküsünü anlatırken, yapı-bozumcu tavrı en üst düzeye çıkarıyor ve neden günümüzde Godard’ın izinden giden en önemli sanatçılardan biri olduğunu hatırlatıyor tekrardan. Hikayeyi dağıtıp karıştırarak, parçalı ve adeta yapboz bir kurguyla anlatıyor. Görsel üslubunu sağlam zeminlere oturttuğunun sinyallerini veriyor böylece.
Kimi zaman 35mm, kimi zaman Super 8 kameralar kullanıyor. 8mm’i genelde hipnotize edici kaykay sahnelerinde kullanıyor. Görüntüler flulaşıyor, ağırlaşıyor, araya siyah-beyaz slow-motion görüntüler karışıyor, mavi ve gri dokuların ağırlıkta olduğu görüntüler 'kesmeler' yaşıyor, filtreler değişiyor, hikaye bir ileri bir geri sarıyor (ve Godard’ın kulakları yeterince çınlıyor!). Tuhaf sesler, hipnotik müzikler ve ses kurgusu ise görsellerle kusursuz bir harman yaşıyor. Karşımıza 75 dakikalık düşsel ve hipnotize edici bir sinemasal deneyim çıkıyor.
Kuşkusuz "Paranoid Park", eşine az rastlayacağınız türden bir film. Tabii bunda filmin stilize tavrı ve görüntü cambazı Christopher Doyle’un ve Sant’ın, yani teknik dili ilk etken. Yönetmenin ışık kullanımını ve oyuncu yönetimini de unutmayalım. Profesyonel olmayan oyuncularla çalışarak öyküsünün inandırıcılığına verdiği önemi de belli ediyor Sant.
Ama tüm bu stilize ve eklektik yapı hikayeyi ikinci plana atıp onu bulanıklaştırmıyor, tam tersine ikisi at başı gidiyor ve Sant öyküyü finale kadar seyirciyi diken üstünde tutacak şekilde anlatmayı beceriyor. Alt metinleri de dolu dolu. 'Sistem' içindeki buhranlı gencin başına gelen 'çıkışsızlık' durumunu ve 'kayboluş öyküsü'nü, anne ve baba figürlerini etkisiz ve bulanık hale getirerek, giderek karakterin kişisel dünyasına yönelen, karanlık ve öznel bir dünya ile tamamlıyor.
Bu da bu 'postmodern' eserin, modern dünyanın 'iletişimsizliği'ne sosyolojik açılımlar getirmesine vesile oluyor. Soyut tavrını sembolik motiflerle destekleyen filmde Dostoyevski ve Çehov etkisi bir an bile azalmıyor. Finalde de, yine ‘dış yargı’ya yer vermek yerine öyküsünü açık uçlu bırakıyor ve o mühim yargı kararını seyirciye devrediyor.
Maalesef sonraki projesi “Milk”de, Hollywood’un lineer hikaye akışına sırtını yaslayan klasik bir biyografik eser çıkardı Sant. Gerçi sonra yine ‘kişisel’ filmlerinden birini, “Restless”i çekti. Yani yönetmen bir kişisel bağımsız proje, bir Hollywood projesi şeklinde memik dokuyacak gibi. Bir nevi bizdeki 'Çağan Irmak stratejisi' gibi.
Ama bildiğimiz tek bir gerçek var ki o da Sant’ın bir daha “Paranoid Park” gibi yenilikçi bir eser çekmeyeceği yönünde. Zira “Paranoid Park”, kurgu oyunları ile izleyiciyi soluksuz bırakan, yarı-düşsel bir atmosfer yaratan ve izleyiciyi 'aktif' hale getiren bir film. Sinemasal hafızanızda özel bir yer edinecek.
Yorumlar
Yorum Gönder