Haftanın Önerisi: Shocker (1989)
Haftanın Önerisi: Shocker (1989)
“Eyes of Laura Mars”ı izleyenler hatırlar; Faye Dunaway o filmde bir seri katilin cinayetlerini ‘gözleri’ aracılığıyla önceden gören bir moda fotoğrafçısını canlandırır. Polisiye sinemanın en iyi örneklerinden olan filmin bu metafiziksel tarafına, korku/gerilim sinemasına hakimiyetini iyi bildiğimiz kült yönetmen Wes Craven’in 1989 tarihli filminde de rastlıyoruz. Horace Pinker adında, karısını ve çocuğunu vahşice öldüren bir televizyon tamircisinin işleyeceği cinayetleri ve cinayet anını önceden gören bir başkarakterimiz var: Parker (Peter Berg). Fakat Pinker bildiğimiz seri katillere pek benzemiyor. Başka bedenlerde yer değiştirerek varlığını sürdüren gerçek bir psikopat kendisi.
Ama katili ensele-filmi bitir formülü yerine, "Shocker"ın başında Parker’ın ailesini de katleden Pinker’ın yakalanıp elektrikli sandalyede idama götürülmesi, hikayenin yarısına bile denk gelmiyor. Craven filmin asıl eğlenceli bölümlerini bu idam sahnesinden sonrasına saklıyor. Jonathan Parker’ın bu gizemli gücünün nereden geldiğini seyirci olarak kurcalayıp dururken hikaye başka bir yöne kayıyor. Pinker aşırı yüksek voltaj sonucu ölmüyor! Tam tersine, eskisinden daha güçlü ve iğrenç –kesinlikle daha iğrenç- bir adama, kötü bir süper-kahramana dönüşüyor.
Elektrik akımından güç alan Pinker, yine elektrik hatları sayesinde televizyonların içinde dolaşabiliyor ve kurbanlarını evlerinde yakalıyor. Cinayetin cirit attığı şehirde, idam sahnesinden önce yaşanan kovalamacadan daha hareketli bir ton kazanıyor film. “Shocker”, öncelikle Craven’in izlemesi en keyifli filmlerinden. Katilin elektriksel güçle donatılan özellikleri fazlasıyla bilimkurgusal özellikler taşıyor. Kabuslarımızda dilediği gibi gezen Freddy karakterini hatırlatan Horace Pinker, bu gücü sayesinde bedenler ve akımlar arası yolculuk yapabiliyor, zaman zaman Jonathan’ın yakınlarını da birer canavara dönüştürebiliyor.
Filmin mizah ve gerilim dengesi gayet uyumlu. Ara ara Jonathan’ın öldürülen sevgilisinin hayaleti de hikayeye karışıyor ve öykü fantezi tarafını güçlendiriyor. “Çığlık”ın teen-slasher dokusunu hatırlatan ilk yarı ve Parker’ın babasının başı çektiği polisiye örgü de olaya dahil olunca Craven, filmi bir çorbaya dönüştürüyor. Ama tatması epey lezzetli bir çorba bu.
80’lerin son demlerinde çekilen “Shocker”, dönemin gençlik korku/gerilim filmlerini sevenleri yakalayacak bir film. Efektlerin yarı ucuz görünümünün ise filmin absürd atmosferine hizmet ettiğini söyleyebiliriz. Finalde katil ve Jonathan’ın televizyonun içine dalıp (!) kanallar arasında birbirini kovaladığı bölümde ise bir medya eleştirisine soyunuyor Craven. Ucundan da olsa amacına ulaşıyor. Bu sahne de Craven’in yaratıcılığıyla tanışabilirsiniz…
4/5
Yorumlar
Yorum Gönder