Kış Uykusu (Winter Sleep - 2014)

İNSAN RUHUNUN RÖNTGENİ

Bu yılki Cannes Film Festivali'nin galibi "Kış Uykusu", hemen söylemek gerekirse, Nuri Bilge Ceylan filmografisinin yeni bir zirve noktası. En son, 2011 tarihli "Bir Zamanlar Anadolu'da"da, bir grup adamla Anadolu'nun uçsuz bucaksız bozkırlarında kayboluverdiğimizde böyle bir tepki vermiştim; nitekim o filmle Türk minimalist sinemasında kolay aşılamayacak bir başarı yakalamıştı yönetmen. Ama bu yeni filmi, her filminde yönetmenlik becerisini bir adım ileriye taşıyan bir sanatçının ustalık eseri.

Kapadokya'nın karları altına gömülmüş küçük bir otelde (otelin ismi Othello), eski tiyatrocu Aydın, genç karısı Nihal ve kardeşi Necla'nın, kendileriyle, 'geçmiş'leriyle ve şimdiyle çatışmalarının öyküsü bu. Ama bu sefer Ceylan, karakterlerin arasındaki 'kıvılcım'ı, önceki filmlerindeki gibi sessiz, sabit ve uzun planlara hapsetmek yerine, son derece uzun diyaloglarla perdeye aktarmayı tercih etmiş.

Hatta, perdede görüp görebileceğimiz en geveze filmlerden biri Kış Uykusu. Bu tercih, ilerleyen kariyerinde kendini geliştiren ve tekrara düşmeyen bir sinemacının lehine işliyor diyebiliriz. Elbette Kapadokya'nın büyüleyici manzaraları, Gökhan Tiryaki'nin müthiş görüntü çalışmasıyla hafızalarımıza çakılıveriyor.

Ama bu film tam da söylenildiği gibi, kalın bir roman okuyormuş hissiyatı yaratıyor. Filmin belli noktalarında karşımıza gelen uzun tartışma sahnelerinde ardı ardına sıralanan diyalogların, 196 dakikalık sürenin içinde sıkıntı oluşturmaktan çok 'heyecan' verdiği söylenebilir.

Ebru Ceylan ve Nuri Bilge ikilisinin yazdığı, Çehov'un kimi öykülerinin etkisindeki senaryo, Türk sinemasında hep varolan inandırıcı diyalog yaratamama problemine karşı panzehir etkisi oluyor bir bakıma. Edebiyat-sinema ilişkisinin en önemli örneklerinden biriyle karşılaşıyoruz. Neredeyse hiçbir sahnede aksamayan ve perdeden taşıp belleklere yerleşen replikler, karakterlerin kendilerini ve yaşamlarını sorguladıkları bölümlerde, seyirciyi de o 'hesaplaşma' anına itmekte zorlanmıyor.

Aydın karakterinin kibirli ruhunu, Nihal'ın ve Necla'nın çaresizliğini, perdede 'ruh üşümesi' yaşadığımız 'kesit'lerde tüm çıplaklığıyla hissediyoruz. Adeta insanın ikircikli doğasının röntgenini çekiyor Ceylan. İnsan ruhunun karanlık köşelerinde bir sorguya sürükleniyoruz ve de; hatalarla, zaaflarla ve 'kibir'le doldurulmuş. Neredeyse her karaktere mesefali bir biçimde yaklaşan yönetmen, aynadaki yansımayı tavizsiz gösteriyor. Özellikle Necla ve Aydın'ın antolojilere geçecek tartışma sahnesinde, odağa alınan meseleyle tüm yalınlığıyla yüz yüze geliyoruz.

Tabii filmin bu 'etki gücünde' Ceylan kadar oyunculukların da büyük payı var. Haluk Bilginer burada kariyerinin en iyi performansını çıkarıyor. Aydın karakteri Türk sinemasının en gerçek karakteri olmaya aday. Karakterin içindeki gelgitleri ve iç çatışmayı pürüzsüz yansıtıyor oyuncu.

Sözen ve Akbağ ise, duygusal açıdan abartmaya kaçmadan modern oyunculuğun hakkını veriyor. Görsel olarak sanki bir barok dönem resim ustasının peliküldeki çalışmasını izliyoruz; özellikle diyalogların ağır bastığı ve kameranın sabitlendiği sahnelerdeki ışık/gölge oyunları perdede görsel şölen yaratıyor.

Sonuç olarak, Bergman sinemasının gücüne erişen bu başyapıt, sinemamız adına bir zirve noktası, hafızalarımızdan kolay kolay çıkmayacak ve kusursuz bir romanın lezzetini veren bir eser.



5/5

Yorumlar

Popüler Yayınlar